23 Kasım 2014 Pazar

UYUYAMAYAN


"Ey bilene bilene tükenen bıçak..."

Vaktimizin çoğunu birlikte harcıyor, saatlerce, sadece ikimizin arasında geçtiğine emin olduğumuz konuşmalar yapıyorduk. Sanki onu yaklaşan bir imtihana hazırlıyormuş gibi, yıllar içinde düşündüğüm ve emin olduğum her şeyi anlatıyordum. Birlikteyken o kadar mutlu olmama, onda kendimden hayli fazla şey görmeme rağmen, açıkçası onu bazı anlarda da yavan ve renksiz buluyordum. Aslında bu hissin sebebi, düşünceleri değil, onları ifade ediş biçimi, daha doğrusu, ifade ederken kullandığı, benim uzak olduğum insanlara ait kelimeler ve cümlelerdi. Fakat, bunu bir eksiklik değil de tercih edilmiş bir durum, bilinçli bir tavır gibi görmek, yahut akranlarını taklitle edindiği bazı davranışlar olduğunu düşünmek işime geliyordu. Çünkü kendimi, bana benzemeye çalıştığı, aslında göründüğü gibi biri olmadığı fikriyle savaşabilecek kuvvette hissetmiyordum. Yine de içimden bir ses, eğer bir gün birbirimizden uzaklaşırsak, onun, kadınlara özgü bir hızla ve kesinlikle aramızdaki her şeyi unutacağını, adına hayat gailesi denen o sıkıcılık ve mecburiyet içinde sıradanlaşacağını ve herkes gibi bununla övünen birine dönüşeceğini fısıldıyordu. İşte o zaman, içinde kuluçka evresindeki bir mikrop gibi duran o sıradanlık, ruhunu ele geçirecekti. Beni şaşırtan bir hızla, bir ruh halinden başka bir ruh haline geçişi, benim fikrimce, ancak içinde bu mikrobu taşıyan insanlara has bir haldi ve ne kadar yanılmayı istesem de beni bir gün haklı çıkaracaktı. Bazı geceler, bu yoğun şüphe beni öyle ele geçiriyordu ki onu yüzü olmayan ama davranışlarını tek tek sayabileceğim, sanki halini ve tavrını ezbere bildiğim biriyle yan yana gözümün önüne getiriyor, bu kurgulanmış ihanet sebebiyle, öfkeden ve kırgınlıktan yorgun düşüyordum.

6 Mayıs 2014 Salı

Altın Öğütler

Bir süredir sosyal medyada ünlü bir psikoloğumuza ithaf edilen bir yazı görüyorum. İnsanlara hayatta karşılaştıkları bazı durumlarda ne yapmaları gerektiğini emir kipiyle, madde madde anlatan bu yazıyı biraz değiştirip, beğeninize sunuyorum. Sonuçta herkesin yöntemi değişiktir. Bakarsın buradan yürür, yaşam koçu filan olurum.

-Güvenmediğin kimseye aleyhine kullanabilecek hiçbir koz verme. Hatta güvenmediğin kimseye bi şey verme. Kimseye güvenme, kimseye inanma, kimseye aldanma kendin coş.

-İnsanlara doğru değer ver. Hak etmeyenleri sil. Yalnız shift+del yapma, sonra geri alamazsın.

-Kimseye yalvarma. (Annen, baban, kardeşlerin, arkadaşların, sevgilin, karın, kocan, eş, dost, hısım akraba dışında)

-Asla dönüp arkana bakma. Yolun ortasında yürü, arkadan koskoca körüklü belediye otobüsü kornaya bassın, bi sürü küfür ye ama yine de bakma.

-Sır tutmasını bil. Unutma iki kişinin bildiği sır değildir. Tek kişinin bildiği bir şey, hiçbir şeye yaramaz.

-Dostlarının yeri ayrı, sevgilinin yeri ayrı. Dostlarınla sevişmeye kalkma, elini tutma, eve battaniye altında film izlemeye çağırma. Sevgiline de el ense çekme. Nabıyon la yapraam deme.

-Bir lafla dolduruşa gel, bir hışımla bir sürü şey söyle, sonra hiçbirini yapamayınca, tövbe ettim de.

-Bir ilişkiyi kafanda bitirdikten sonra iki çift tatlı söz, iki damla gözyaşı için asla yumuşama. Hatta bas tokadı, erkek adam yumuşamaz. Kadınsan, kır dizini otur.

-Seni sevenlerle kullananları iyi ayırt et. Kullananları sen de kullan, sevenleri nasıl olsa kaybedeceksin.

-Seni dinleyip anlamaya niyetli olmayanlarla tartışma. Direkt Allah ne verdiyse dal. Ama adam senden iriyse, alttan al, abi bi yerde sen de haklısın, kilit cümlen olsun. Unutma hep işe yarar.

-Emrivaki oluşturulan dostlukları kabul etmemezlik etme. Patronunun en iğrenç esprilerine gül. Hoşlandığın kızın dişinde yeşil bi şey kalmış olsa bile söyleme.

-Eğer verdiğin o kişide kalmıyorsa ikinci bir sır şansı verme. O kişiye borç tak.

-Kendini öven insanlardan kaç. Kendini döven insanın yanına bile uğrama. Kendini döven adam, takdir edersin ki senin ağzına sıçar.

-Karşındakinin doğruyu söylediğini varsayma. Bu yüzden sürekli, inanmıyoruuum, atıyorsuuuaan gibi sözlerle dinle.

- Hiçbir şekilde kendine saygını yitirme, unutma kimse görmediği sürece her türlü pislik mübahtır.

-Sorunun olduğunda insanlar zaman ayırıp seni dinliyorsa, onlara, bana akıl verme para ver, de.

-Göz göre göre su birikintilerine taş atma, mutlaka birinin üzerine sıçrar. Ağır dayak yersin. Ama araban varsa ve kaçabilecek durumdaysan, durakta bekleyenlere su sıçrat.

-Gözyaşlarının değerini bil. Onları hak etmeyenler için harcama. Mesela kendine acındırmak için kullanabilirsin. Sebil değil, idareli kullan.

-Senin zekana inanan insanları hayal kırıklığına uğratma. IQ’un 80 olabilir, illa nükleer fizikçi olucam diye uğraşma. Mesela politikaya gir.

-Kendini sev. Ayna karşısında öp ama hep dudağını öpeceğin için strese girme. Aynaya kafa atma.

-Dışarıdaki güneşe bakıp gülümse ve önünde koskocaman bir gelecek olduğunu unutma. Napıyor lan bu değişik diyenlere de gülümse. Ne pis pis sırıtıyorsun lan sen denildiğinde, durumu biraz ciddiye al. Küfre vardıysa iş oradan kaç.

-Dostluğunla yetinmeyenler için parayı ortaya koy. Mutlaka ikna olacaklardır.

-İnsanları kaybediyorsun diye ağlayıp sızlama. Git polise başvur, ağlayarak kimse bulunmaz. Koskoca insanları nasıl kaybediyorsun lan?

-Kimseye taşıyabileceğinden fazla değer verip bununla övünmesine fırsat verme. Ayrıca kimseye taşıyabileceğinden fazla poşet verip, bel fıtığı olmasına da sebep olma. Annenin memleket dönüşlerinde istiflediği koliyi tek taşıma.

-İstediğini almak için duygu sömürüsü de dahil olmak üzere her hileye başvur.

-Sana duyulan sevgiyi ve güveni istismar etme. Tabi bunları yaptıktan sonra, sevgi ve güven duyan biri olursa. Harbiden eğer olursa, bizi de tanıştır. Ne biçim adam lan o, ahahaha öyle insan mı olur?

9 Şubat 2014 Pazar

GURBETE KAÇACAĞIM

...Bir doyurgan yalnızlık geliyor aklıma yerimde duramıyorum
Dağbaşı yalnızlığı değil su kenarı yalnızlığı değil bir şehir yalnızlığı...
Turgut UYAR
Kendim gibi bildiğim dostlarım; yıllar sonra, her biri büyüdüğüm şehrin sokakları gibi. Her köşe başında bekleyen bir hayal kırıklığı... Bir kere yalnız kalmasın insan, bir daha hiçbir yere yakışmıyor.

11 Ocak 2014 Cumartesi

KOMPOZİSYON

"Çocukken elime bir büyük atlas alır, dünyayı dolaşırdım. Bu yüzden, bilmediğim deniz, görmediğim ülke pek azdır. Bilmediğim, insanlardır."

Hayatım bir defter olsaydı, kenarları bükülmüş, kimisi atlanmış, kah farklı renklerdeki tükenmez kalemle, kah kurşun kalemle yazılmış sayfalarla dolu olurdu. Oysa, kenarında hiza çizgisi olan, başlıkları mavi kalemle, diğerleri kurşun kalemle yazılmış, paragraf boşlukları verilmiş, kenarı dümdüz sayfaları olan defterler de var. Böyle hayatlar da var. İşte ben onlara hep gıpta ettim. Muhtemelen sebebi; yaşamım boyunca bir işi başarıyla sonlandırmak bir yana, güç bela sürdürmüş, hatta çoğu kez sürdürememiş olmamdır. Hep düz bir yolda yürüyen insanlar. Bir yasa, sanki değişmez, kurgulanmış, başlayan ve biten bir netlik. Bir anlık ömrü olan üzüntüler, sevinçler, mutluluk, mutsuzluk, aşık olmak, evlenmek, işe girmek... Hepsi bir şeyin başlangıcı, bir şeyin sonu, yahut birinin girişi, birinin gelişmesi ve nihayet birinin de sonu. Girişler, gelişmeler ve sonuçlar. Edebiyat öğretmenim iyi bir yazının böyle yazılacağına inanıyordu. Ben de hep öyle yazıyordum. Bir gün, nasıl başarıyorsun, dedi. Çok kitap okuyorum, dedim. Ne okumak istediğinizi kolayca tahmin ediyor ve onları yazıyorum diyemedim. Tabi ki inanmadı bana, büyük gözlüklerinin ardından, burun kıvırarak bakıp; kitaplığın var mı, dedi. Yok, yatağımın altında büyükçe bir selenin içinde kitaplarım, dedim. Bu sade ve gösterişsiz gerçeğe kolayca inandı. Çünkü süslü olan yalanlardır. Onları inanması güç yapan gösterişli oluşlarıdır. Ben de o günden sonra tüm gerçeklerimi yatağın altında saklamaya başladım. Ne zaman biri bana inanmasa, gösterişten uzak, o soğuk ve nemli kitap sayfalarına benzeyen gerçekleri anlattım. Ben anlattım, onlar hemen inandılar. Aslında bana değil, sadeliğe kandılar.