23 Kasım 2014 Pazar

UYUYAMAYAN


"Ey bilene bilene tükenen bıçak..."

Vaktimizin çoğunu birlikte harcıyor, saatlerce, sadece ikimizin arasında geçtiğine emin olduğumuz konuşmalar yapıyorduk. Sanki onu yaklaşan bir imtihana hazırlıyormuş gibi, yıllar içinde düşündüğüm ve emin olduğum her şeyi anlatıyordum. Birlikteyken o kadar mutlu olmama, onda kendimden hayli fazla şey görmeme rağmen, açıkçası onu bazı anlarda da yavan ve renksiz buluyordum. Aslında bu hissin sebebi, düşünceleri değil, onları ifade ediş biçimi, daha doğrusu, ifade ederken kullandığı, benim uzak olduğum insanlara ait kelimeler ve cümlelerdi. Fakat, bunu bir eksiklik değil de tercih edilmiş bir durum, bilinçli bir tavır gibi görmek, yahut akranlarını taklitle edindiği bazı davranışlar olduğunu düşünmek işime geliyordu. Çünkü kendimi, bana benzemeye çalıştığı, aslında göründüğü gibi biri olmadığı fikriyle savaşabilecek kuvvette hissetmiyordum. Yine de içimden bir ses, eğer bir gün birbirimizden uzaklaşırsak, onun, kadınlara özgü bir hızla ve kesinlikle aramızdaki her şeyi unutacağını, adına hayat gailesi denen o sıkıcılık ve mecburiyet içinde sıradanlaşacağını ve herkes gibi bununla övünen birine dönüşeceğini fısıldıyordu. İşte o zaman, içinde kuluçka evresindeki bir mikrop gibi duran o sıradanlık, ruhunu ele geçirecekti. Beni şaşırtan bir hızla, bir ruh halinden başka bir ruh haline geçişi, benim fikrimce, ancak içinde bu mikrobu taşıyan insanlara has bir haldi ve ne kadar yanılmayı istesem de beni bir gün haklı çıkaracaktı. Bazı geceler, bu yoğun şüphe beni öyle ele geçiriyordu ki onu yüzü olmayan ama davranışlarını tek tek sayabileceğim, sanki halini ve tavrını ezbere bildiğim biriyle yan yana gözümün önüne getiriyor, bu kurgulanmış ihanet sebebiyle, öfkeden ve kırgınlıktan yorgun düşüyordum.