21 Haziran 2010 Pazartesi

Hareket Çekme Kralını Görürsün


Dün ailecek bir Samsun-Ankara yolculuğu gerçekleştirdik. Tabi daha öncesinde bir Ankara-Samsun yolculuğu gerçekleştirmiştik ama o yolculuk böylesine maceralarla dolu değildi. Şimdi uzun uzun yolculuk anlatacak değilim, otobüste bizden başka 40 kişi daha vardı. Eminim onların umrunda bile değildir. Herneyse, her yolculukta olduğu gibi otobüsümüz kıymetli yolcuları sıkılmasın diye tv hizmeti verdi. Eskiden bu hizmet videodan film izlemek şeklindeydi, bütün Die Hard filmlerini o soğuk ve şehirlerarası otobüs yolculuklarında izledim ben ve beslenme çantamda topkekti Bruce Wills (Buruş Vils okunur). Daha sonra uydu geldi tabi, mertlik bozuldu. Yolcuların asgari müşterekte buluşması zorunluluğu ortaya çıktı. Uzaktan kumandayı ele geçirmeyi kale burcuna bayrak dikmekle eşdeğer kabul eden biz (aile kurumu bu uzaktan kumanda üzerine kuruludur) nasıl asgari müşterekte buluşacaktık? Bu arada "asgari müşterekov" olsaydı çok güzel orta asya türki cumhuriyet lideri adı olurmuş, neyse. Bize gereken suya sabuna dokunmayan bir mizah programıydı. Kimsenin itiraz etmeden güleceği şakalar yapan bir program. Kanalı değiştiren muavin arkadaşın gerginliği kanallar arasındaki geçiş süresinden belli oluyordu. O esnada Çok Güzel Hareketler Bunlar adlı enfes yapım imdada yetişti. Kanal seçmekten sorumlu muavin, Yılmaz Erdoğan'nın egosunun hazırlayıp sunduğu ve "vermek, gideri var, gideri yok, kanka, kız, karı, kop, dans, çıkmak, çocuk, yakışıklı" gibi kelimelerden ve cümlelerden başka anlamlı ses çıkaramayan bir grup neşeli gencin oynadığı Çok Güzel Hareketler Bunlar'da karar kıldı. Kıldı kılmasına da işte eziyet o anda başladı. Çünkü otobüste kızımdan başka 16 yaşın altında kimse yoktu. Haliyle muavinin ve diğer otobüs yöneticilerinin, ön koltuk sahiplerinin ki bunlar imtiyazlı kişilerdir beklediği gibi bir toplu gülme efendime söyleyim kahkaha felan olmadı. En fazla bir iki tebessümdür o da "hıhım" kıvamında. Neden peki? Hemen söylim, bu hareketçi gençlere bizim ergenlerimizden başka kimse gülmez (bu yaş haddini aşan bi kişi vardır gülenlerden belki, o da Gülben Ergen, ama sonuçta o da ergen, ayrıca Yılmaz Erdoğan'ın yengesi), peki siz hiç insanı gülmekten yerlere yatıran bir ergen gördünüz mü? Ben görmedim şahsen. Tavsiyem bu arkadaşlar ve Kanal D yöneticileri, sahipleri işte artık kimse, bu programa devam edeceklerse eğer, Yumurcak TV yahut TRT Çocuk gibi bir ergen kanalı kursunlar, örneğin Sivilce TV, bu programa orda devam etsinler. Bu şekilde sürdürmek gibi bir niyetleri varsa valla yapacakları en şık hareket İstiklal Marşı'nı okuyup dağılmak olacaktır.
Dağılınööööö!

12 Haziran 2010 Cumartesi

Waka Waka-i Hayriye



Dünya Kupası dün Güney Afrika'da başladı. Dünya Kupası'nın resmi şarkısı da Şakire'nin seslendirdiği Waka Waka diğer adıyla This Time for Africa. Dünya Kupası'nın resmi içeceği ise su, evet bildiğimiz su. Resmi şarkıyı seslendiren bir içim su Şakire'ye nazire yaparcasına kupanın resmi içeceği de su olarak belirlenmiş. aldığım duyumlara göre bu resmi içecek işini Mandela halletmiş, "ben öyle kola mola istemem, biz az mücadele vermedik bu kölecilere karşı zamanında, hayatımı yidim la ben allahsızlaaar" demiş, "Suyun nesi var mis gibi" diye de devam etmiş.
Dünyanın malum beyaz efendileri this time for africa ayağına felan, hadi bak organizasyonu da sizin düzenlemenize karar verdik kerkenezler diyerek bi vicdan muhasebesine mi girdiler acep? Bu gazla kupayı da siyahi zenci kardeşlerimizden birinin alması için bi iteleme olur mu? Yok daha neler.


O değil de dün Fransa-Uruguay maçını izledim. Bu Fransızlar niye böyle ya, niye el attıkları her iş dünyanın en sıkıcı şeyine dönüşüyor. Müzik öyle, spor öyle, sinema öyle, bok öyle püsür öyle. Maçı izlerken hiç niyetim olmadığı halde uyumuşum. Rüyamda İspanya-Arjantin finali izledim, şerefsizim daha zevkliydi. Maçın normal süresi 23-23 berabere bitti, uzatmalarda oyuna Maradona felan girdi, güya İspanya da Tayyip Erdoğan'ı transfer etmiş, atla girdi sahaya, düştü sonra omzu çıktı, penaltıyı gole çeviremedi İspanya, kupayı da Arjantin Che Guevara'nın uzatmalarda attığı golle kazandı (Hasta la victoria siempre!)

İnsanı delirme sınırına yaklaştıran ve Fransızlar'dan bile korkunç olan bi tek şey var bu kupada, bırak kupayı belki de dünya da, o da Vuvuzela'dır. Evet, size maç izlerken sanki bi yerlerden katil arılar filminin sesi geliyormuş, az sonra kovandan oğul veren arılar kötünüzü başınızı sokacakmış hissi veren şey vuvuzela. Allah onun vuvuzela gibi bin türlü belasını versin. Bu nedir ya, sanki tribünde oturmuş biletli 25-30 milyon arı maç izliyor.
Arılaaar, arılaaaar, şimdi gözümde canlandılaaar...

10 Haziran 2010 Perşembe

Fırtınalaaaar Koparsa Kopsuuun



"NASA, Dünya'yı gerçekleşecek Güneş fırtınasına karşı uyardı ve tarihini de verdi!"
10 Haziran tarihli Millyet Gazetesi'nde böyle tırstırıcı bi haber var. Haber şöyle devam ediyore; "GPS devre dışı kalacak, cep telefonları, TV'ler ve radyolar çalışmayacak, enerji kesintileri yaşanacak ve dünya genelinde tedarik zincirleri çökecek. Kredi kartları, ATM'ler işe yaramayacak. Hiçbir şey çalışmayacak, sessizlik, karanlık ve kaos hakim olacak." yani diyor ki bizlere NASA'cılar kısaca, tarraa yan bastınız. Yalnız bence osuruktan bilim-kurgu senaryosu gibi duran ve muhtemelen Nasa'da çalışan bir medyumun söylediği bu şeyler sanki bizi korkutmak için söylenmişe benziyor.
- O olacak, bu olacak, kıllar patlayacak, yünler dökülecek.
- Abi telefon ederim, mesaj yollarım (atarım, çekerim, siz ne diyorsanız artık)
- Bok edersin çalışmayacak,
- Abi tv den izleriz durumu, haber alır insanlar birbirinden.
- Babayı izlersin yavrum, o da çalışmayacak, radyolar da poku yutacak, artık sabahları Murat Kazanasmaz'dan yol durumu alamıcaksın.
- Ya GPS felan var bulurlar heralde bizi,
- He bulurlar canım bekle sen, o da çalışmayacak.
- Ya etkilenmeyen bi yere gideriz, gerçi para yok ama kart var, asgarisini ödüyorum,
- La oğlum kart mart yok lan, unut, kart işi bitti!
- Borçlar, kart borcu, o da bitti mi?
- Onu bilemem, onu ayarlarlar.
- Ee abi nolucak o zaman, napıcaz yaa!
- Sessizlik, karanlık ve kaos hakim olacak, agzınıza zıçacaz...

Valla heralde dünyamızdan milyarlarca yıldır sevgisini, şefkatini esirgemeyen güneş, bişeye pis bozuldu galiba, gezegence bi yanlış yaptık ama ne? Gerçi benim aklıma bu iletişim ağını çökmesinden hareketle bişeyler gelmiyor da değil. Baktı güneş efendi, dedi la bunlar msn de birbirlerine sürtmekten başka bişey yapmıyorlar, kurmuşlar facebooktu felan millet çocukluk arkadaşını bafilemeye çalışıyor, tıvitırı bilmem neyi alayı kolpacı olmuş, kesiyorum lan hattınızı, alıyorum tüm yetkimi sizden. Ne bilim bütün bu internet, cep telefonu, zart zurt gibi şeyler çökeceğine göre, aklıma başka ihtimal gelmiyor, güneşe tapan bi insan olarak. Hayır o değil de tam da blog mılog yazmaya başladıydık ya, neyse 2013'e daha var.
Alo, alooo, aşkım susmaaa...

8 Haziran 2010 Salı

Kaplanlık Müessesesi, sesisisi, sisi



Kaplanlık zor iş, kaplanlığı kaldırmak, kaplanlıkla babalığı bir potada eritmek, güç yüzüğünü hüküm dağında eritmekten daha zor valla. Herşey o zamanlar 1,5 yaşında olan kızımı hayvanatoryum bahçesine götürmemle başladı. Gördüğü envai çeşit tuhaf heyvan talukatı karşısında hiç ses etmeyen melek kızım, bu kaplan hayvanını görür görmez "anooooom" dedi. Daha sonra dedesinin teşvikiyle ablana gel felan da dedi ama onları saymıyorum. Anoom der demez tahmin etmeliydim aslında, evet kızım kaplana hayran olmuştu ki hem de ne hayran. İlerleyen günlerde bu kutsal kaplanlık misyonunu elbetteki babasına verdi. O gün bugündür ki kendisi şu an 3,5 yaşında, kaplan aşağı, kaplan yukarı, kaplan baba, parçala baba, et getir kaplan, kap laaan diyerek geziyoruz. Kreşte felan da benim babam kaplan diyormuş. 1.75'e 70 bi adam olunca haliyle çok iddialı bi kaplan olamıyorsunuz (lan içten içe, sinsice gülen var mıdır acaba yavrımın babasının bir kaplan olduğu iddiaları karşısında). Ailemizin kaplanlığını yapıyorum, ama ilerde bi gün bu mu lan kaplan demesin diye kızım, bir yandan efendime söylim kas yapıyorum, dövüş sportolarıyla ilgileniyorum, özellikle whu shu ve king boks (kick miydi lan o) üzerinde duruyorum, şan dersleri alıyorum iyi kükremek için, sermayeyi kediye yükledik yani ama büyük kediye.
Büyük kedilerin günlüğü...

İstanbul Burun Kanatlarımın Altında



Tam olarak burun kanatlarımın altında gelmese de (onu iyi ayarlayamadık, aceleye geldi), oralarda bi yerde işte İstanbul. İnsanın nazgul kanadı gibi burun kanatları varsa İstanbul'u da alır altına mazallah Newyork'u da. Peki Ezel dizisinde Kenan İmirzalioğlu'nun, kanatları için ayrıca para aldığını ve burun kanatlarını sigortalattığını biliyor muydunuz? Peki ya burun kanatlarının her açılışında bir jet uçağının kalkışı kadar gürültü çıktığını. Bilmiyordunuz, ben de bilmiyordum. O değilde nasıl bi tazyikle akar o burun, neyse koldan kanattan olmayalım.
Kanatçı, 30 yıllık tecrube...

6 Haziran 2010 Pazar

Bloglar Arası Mesafe

Şahsen benim hayatta blog kadar sevmediğim şey çok azdır. Bir işkembe çorbasını bir de şimdi bana kaybolan yıllarımı vermeye çalışan ANILAR 9 isimli organizasyonu sevmem.

Ömer Üründül'ün futbol maçı yorumlamasına gönderme yaparak yazıma başlık koyacağım ise yazıma başlamadan hemen önce aklıma geldi. Gönderme yaparak başlık koymamın sebebi tamamen telaş, acemilik. Eğer düşünmüş olsam yeminle yapmazdım. Çünkü gönderme yapmak bence çok ahlaksızca bişey. Sanki öyle bir anda söyleyemiyorsun yüzüne karşı, arkasından sinsice gönderme yapıyorsun. Niye gönderme yapıyorsun, çünkü kendine manevra alanı bırakıyorsun, ne biçim yazı bu lan, ne demek istedin derse gönderme yaptığın kişi, abi ben öyle demek istemedim de, vay efendim yanlış anlamışsın da, gerçekten böyle mi düşündün de, benden bunu nasıl beklersin de, şuydu buydu diyerek şahane kıvırabilirsin. Böyle kaypakça bişeydir gönderme. Gönderemez olursun inşallah.

Bu konuya daha sonra döneceğim. Bende bu konuya daha sonra döneceğim insanlarından mı oldum acaba? Öyle insanlar vardır bişey anlatırlar, sürekli araya laf sokarak bu konuya daha sonra döneceğim derler, ne dönüyorsun dönme, insan gibi anlat. Bu insanlar ayrıca "lafını kestim özür dilerim unutma sakın" da derler. Lan fesleğen hem lafımı kesiyorsun hem de bana görev veriyorsun, neymiş lafını unutmaymış, manda kasa, sana mı sorcam, unutuyorum şerefsiz...

Daha fazla konuşursam ülkenin bütün değerlerini, bizi biz yapan herşeyi, örfümüzü, adetlerimizi, Türk Aile Yapısını yerin dibine batırıcağım, bundan korkuyorum, bu yüzden gidiyorum bu ülkeden, şaka lan şaka, gitmiyorum, nereye gidicem, uyumaya gidiyorum...

Ne pis bir ilk blog yazısı oldu bu, daha fenası bunu uyumaya giderken farkettim, daha zinde bir zihin ile gündeme bomba gibi düşecek açıklamalarla, bir takım gizli belge ve bilgilerle, kaset, cd ve şok fotoğraflarla geri dönücem, tekrar görüşünceye dek esen kalın, esen püsküllü...