11 Ocak 2014 Cumartesi

KOMPOZİSYON

"Çocukken elime bir büyük atlas alır, dünyayı dolaşırdım. Bu yüzden, bilmediğim deniz, görmediğim ülke pek azdır. Bilmediğim, insanlardır."

Hayatım bir defter olsaydı, kenarları bükülmüş, kimisi atlanmış, kah farklı renklerdeki tükenmez kalemle, kah kurşun kalemle yazılmış sayfalarla dolu olurdu. Oysa, kenarında hiza çizgisi olan, başlıkları mavi kalemle, diğerleri kurşun kalemle yazılmış, paragraf boşlukları verilmiş, kenarı dümdüz sayfaları olan defterler de var. Böyle hayatlar da var. İşte ben onlara hep gıpta ettim. Muhtemelen sebebi; yaşamım boyunca bir işi başarıyla sonlandırmak bir yana, güç bela sürdürmüş, hatta çoğu kez sürdürememiş olmamdır. Hep düz bir yolda yürüyen insanlar. Bir yasa, sanki değişmez, kurgulanmış, başlayan ve biten bir netlik. Bir anlık ömrü olan üzüntüler, sevinçler, mutluluk, mutsuzluk, aşık olmak, evlenmek, işe girmek... Hepsi bir şeyin başlangıcı, bir şeyin sonu, yahut birinin girişi, birinin gelişmesi ve nihayet birinin de sonu. Girişler, gelişmeler ve sonuçlar. Edebiyat öğretmenim iyi bir yazının böyle yazılacağına inanıyordu. Ben de hep öyle yazıyordum. Bir gün, nasıl başarıyorsun, dedi. Çok kitap okuyorum, dedim. Ne okumak istediğinizi kolayca tahmin ediyor ve onları yazıyorum diyemedim. Tabi ki inanmadı bana, büyük gözlüklerinin ardından, burun kıvırarak bakıp; kitaplığın var mı, dedi. Yok, yatağımın altında büyükçe bir selenin içinde kitaplarım, dedim. Bu sade ve gösterişsiz gerçeğe kolayca inandı. Çünkü süslü olan yalanlardır. Onları inanması güç yapan gösterişli oluşlarıdır. Ben de o günden sonra tüm gerçeklerimi yatağın altında saklamaya başladım. Ne zaman biri bana inanmasa, gösterişten uzak, o soğuk ve nemli kitap sayfalarına benzeyen gerçekleri anlattım. Ben anlattım, onlar hemen inandılar. Aslında bana değil, sadeliğe kandılar.

Hiç yorum yok: