9 Ekim 2012 Salı

Bugün Doğan Çocuklara İsimler; Erkek: Neden Kız: Niçin

Samsun Müftüsü Hayrettin Öztürk ailerden çocuklarına Kuran’dan isim verirken “dikkatli olmalarını” istemiş.Çocuklara konulan kimi isimlerin mekruh olduğunu iddia eden Öztürk, çocuklara Macit ve Kevser’in yanı sıra “İslam büyüklerinin” isminin koyulmasını önermiş. Buraya tıklamakan yapıp haberi okuyabilirsiniz, sevgili isim koyucular, genç ana-baba adayları, hevesli dedeler, babaanneler, anneanneler ve yetkililer.
Samsun müftüsünün yaptığı bu açıklama infial yaratmış, dünyanın çeşitli yerlerinden din adamları bu konuya parmak basmışlar. Örneğin Rio de Jenerio başrahibi, Frederick Ricardo De La Fuenta Sanchez, yaptığı açıklamada, lan oğlum isimler zaten hayvan gibi uzun, bi de kafiyeli kafiyeli yan yana getiriyorsunuz millete geyik malzemesi oluyoruz demiş. Ayrıca rahip, çocuklarınıza domingez ismini koyuyorsunuz, afedersiniz domingez, domalan bi kişi demektir. Ayrıca pepe cortez ise pipisi küçük anlamına gelir şeklinde konuşmuş. Pekin yüce buda enstitüsü müdürü, Yang Hep Zarar Zyang ise yaptığı açıklamada biz isimlerimizden memnunuz kardeşim ama duyduk ki isimlerimiz Türkiye'de çeşitli şekillerde alay konusu oluyormuş, aynı muameleye capon arkadaşlarımız da maruz kalıyormuş, yok tut bilmem yan çek, yok bana koma ona ko felan hoş şeyler değil bunlar demiş. İsim koyarken vatandaşlarından daha dikkatli olmalarını, yanlarında özellikle Türkçe sözlük bulundurmalarını istemiş. Yok daha fazla dayanamıyorum, ben ne dersem diyeyim haberin kendisinden komik olmayacak. Boşuna çaba sarfedip, yavanlık etmenin lüzumu yok. Bundan böyle isim koyarken, kitapta geçiyor diye atlamayın hemen. Mazallah çocuklarınıza deve yavrusu, öküz başı, at bacağı gibi isimler koyuyor olabilirsiniz.
Adını kahpe koydum, ama arapça. Bırak hep öyle kalsın...

19 Eylül 2012 Çarşamba

Son Hamile (sesi çok açmayın, çığıran kadın)

Hamile Olduğunu Haykıran Türk Kızı | Alkışlarla Yaşıyorum

Yukarıdaki kısa videoyu izleyip, kendinize geldiyseniz, okumaya devam edebilirsiniz. Başlıktaki uyarımı dikkate aldıysanız, böyle olması gerek. Eğer, olmadı ben hayattan soğudum diyorsanız, bi süre Yaşar Nuri Hoca ve Saba Tümer izleyin, geçer.

Facebookta, evlendiğini, hamile kaldığını ya da doğurduğunu yüzlerce resim, müzik, yazı vs. ile duyuran kadınlar, evet o hepimizin listesinde olan, yeni evlenen liseden arkadaşımız, hamile resimlerini paylaşan üniversiteden dostumuz, doğum yaptığını yedi düvele ilan eden iş yerinden arkadaş, işte bence aynı bu kadına benziyorsunuz.

Ne yaparsanız yapın, bence bir adamın eşi ya da anne olmaktan önce kadın olduğunuzu unutmayın. Öncelik onda olursa böyle şuurunuzu kaybetmezsiniz. Evlendiğinizde yahut anne olduğunuzda, kadınlığınıza rütbe aldığınızı düşünmeyin. Simone de Beauvoir'ın dediği gibi; ne kadar başarılı olursanız olun, kadınlara gösterilen tek gelecek evlilik olabilir. Anlıyorum valla, böyle büyüdünüz ve yetiştirildiniz ama bu döngüyü kıracak olan da yine sizlersiniz. Ayrıca bu durum bile şu videodaki manyaklığı açıklayamaz. Sanki sadrazam doğuracak bana ya, hamileymiş... Oraya çimento döksünler ki bi daha böyle bişey olmasın.

14 Eylül 2012 Cuma

Fikrimin İnce Gülü 4

- Yirmilik dişimi çektirdim seher vakti. Kan tadı fena değilmiş, vampir mi olsak ne yapsak. Hepsinden geçtim yirmilik diş nedir ya? Diş perisi seni bi yakalarsam...

- Afyondaki patlamanın sebebi, meraklı bir erin bombanın pimini çekmesi olabilirmiş. Öyle tam olmamış bu teori. Er CHP liymiş, bunu iktidarı yıpratmak için tezgahlamış. Hatırlasanız Türkan Saylan'da yargılanmamak için ölmüştü.

- Kayseride harman isimli bir caminin girişinde "erkeğe hanımını ne sebeple dövdüğü sorulmaz" yazıyormuş. Linki de burda... Valla hanımı bari sorabilsin, en azından insan neden dayak yediğini bilmek isteyebilir.

-Bursa'da bir ördeğe tecavüz vakası gerçekleşmiş. Seksi ördek resimleri için tıklayın... Şaka lan şaka, haberin linki var orda, hemen sevinmeyin. Ben baktım gerçi resimlere, ördek Daisy Duck'a benziyor. Ben adama hak verdim.

- Uzun yıllar sonra ilk kez bir alışveriş merkezinde, yüksek bel pantolon giymiş bir insana rastladım. Sanırım 93'ten beri ilk defa dışarı çıktı. Bir de vatkası olsaydı, hasretle kucaklayabilirdim kendisini. Hey gidi 90'lar...
Düşük omuz yoktur, az vatka vardır.

- Hafıza şampiyonu Melih Duyar vardı bi ara, noldu o adama. Hafıza şampiyonu adamın unutulması da bi garip oluyor. Sen o kadar konferans ver, mega hafıza seti sat, seni hatırlamasınlar. Dancın, iri ted, Hatice Aslan, benim aklımda kalanlar bunlar...

- Minik yavrım okula başladı, sınıfa biz de gittik tabi, herkes okulunun ilk gününü hatırladı. Yalnız her sınıfta neden tosun gibi, gürbüz, hafif saf bir erkek çocuğu oluyor. Milli Eğitim'in bilinçli bir politikası mı bu acaba? Lan hepsini dövecek şimdi o çocuk ve muhtemelen bunu kendisinin yarısı kadar olan çelimsiz gözlüklü şirin kılıklı arkadaşı istiyor diye yapıcak :) Bari ikisini aynı sınıfa vermeyin. Valla ikisi de vardı.
Devam edebilir, ama etmeyedebilir. Gulyabani diye bir şey yoktur, amaa olabilir dee!

22 Ağustos 2012 Çarşamba

Fikrimin İnce Gülü 3

-İngiltere'de nerdeyse her evde bir Pink Floyd - Dark Side Of The Moon albümü varmış. Bizdeyse her evde bir Coşkun Sabah- Anılar albümü var. Sonra niye olimpiyatları bize vermiyorlar...

-Nerde lan o eski bayramlar. Gittikçe muhafazakarlaşıyoruz, gittikçe dindarlaşıyoruz ama bayramlar seyranlar anlamını yitiriyor. Bu ne yaman çelişki?

-"Şeker Bayramı" diyen biri kaldıysa benimle irtibata geçsin, sadece bayramda ortaya çıkan tepesi fındıklı çikolatadan vericem.

-Bizim tatil bitti bitmesine de, asıl minik yavrımın tatili bitiyor. Kızım okula başlıyor ve ben üzülüyorum bu duruma. Şimdi işin yoksa okuma öğren, yazma öğren, hayat bilgisi, sosyal bilgiler, fen bilgisi, milli tarih, milli coğrafya, tanjantıydı, kotanjantıydı, yok lgs, yok ygs, yıllar sürecek ızdırap.

-Ara eleman diye bişey var. Ara eleman yetiştirmek için kıçını yırtıyor millet. Az paraya köle gibi çalıştıracak adam arıyoruz demenin iktisadi yolu heralde.

-Oturduğun mahalledeki okuldan başka bir okula gitmen neredeyse imkansız. Yani diyorlar ki burada doğdun, burada okursun, babanla aynı işi yapar, şanslıysan emekli olursun.

-Only Fettah can judge me

-Geleceğin meslekleri ne zaman gelecek acaba? O kadar adama boktan bölümleri yazdırdınız geleceğin mesleği diye, hiç mi vicdanınız sızlamıyor?

-"Gol yemem surf tabiki yerim". Rüştü'nün dünya kupasındaki performansı kendisine bu sloganın olduğu reklam filmi ve Barcelona transferi olarak dönmüştü. Sonra hepsi yalan oldu, gol de yedi, Barcelonadan da kovuldu.

-Kedi olmuş gidiyorsun,
Bana veda ediyorsun,
Sakın miyavlama diyorsun,
Ben ne miyavlayacam lan?

9 Ağustos 2012 Perşembe

Fikrimin İnce Gülü 2

-Güneşin ısıtamadığı şehri olimpiyat ateşi hiç ısıtmaz, bizim sporcular üşüyormuş. Teakwondocumuz TRT spikerine kaç kat giyindiğini gösteriyordu dün. Ayaklarını üşütmeselerdi madalya sayımız daha fazla olurdu bence.

-400 m. de hatalı çıkış yapıp diskalifiye olduktan sonra "bakanımdan özür diliyorum" diyen Nagihan Karadere, bakan hatası için senden özür diliyor mu?

-Bronz madalya alan güreşcimizin annesi dün akşam TRT'de yayınlanan röportajında oğlunun küçüklüğünü anlatırken, zaten kalafatlı bir çocuktu dedi. Baktılar röportaj çok çirkin bi yere gidiyor, kestiler.

-Tatile gitmek, kızgın kumlardan serin sulara atlamak gibiyse, tatilden işe dönmek, denizden çıkıp, ayağın yana yana, anaaaam diyerek havluya doğru koşmak gibi.

-Millet İstanbul'dan kaçıp tatile gider, biz tatilde Ankara'dan İstanbul'a gittik. Köprü çilesi, trafik keşmekeşi, metrobüs, tramvay, kalabalık... Hollywood'da film stüdyolarını geziyormuşuz gibi oldu valla. Hepsinden biraz tattık.

-İstanbul'da seni burayı da görmen lazım, burayı da görmen lazım diye 1000 yeri gezdiren adama karşı Ankara'da çaresizsin. Burayı da görmen lazım, ee bitti...

-İş yerinde terfi için herşeyini vermeye hazır olanlar, oda kapısında ismi en üstte yazsın isteyenler, tanışırken önce mesleğini söyleyenler, kısacası plaza artistleri, yeni hedefim sizlersiniz, sizi astırıcam bu sefer de. şaka lan şaka astırmam ama sürgüne yollarım.

-O değilde magazin programlarına noldu? Bu sosyal medya ayağına herkes kendi çapında ünlü oldu heralde, artık kimse ünlü takmıyor. Bak abi bilmem kimin selülitleri, bana ne lan ben benimkileri facebook'ta paylaştım...

-Müziğe, edebiyata, sinemaya ya da tiyaroya felan küsmek istiyorum, bence güzel sanatların herhangi birini bırakmanın ayrı bir havası var. Ama önce başlamak lazım tabi.

-Yabancı bir dilde yapılan bir espriye gülerken utanıyorum. Okulda ingilizce konuşurken de utanırdım. Yalnız olmadığımı da biliyorum.
To be continued...

4 Temmuz 2012 Çarşamba

Fikrimin İnce Gülü

- Herıld yani, zzzt erenköy, elden gel evlen de gel, bi sigara ver de dostluğumuz pekişsin, alakaya çay demle diyen o güzel insanlar neredeler?

- Bence Mevlana, Bukowski ve Can Yücel, insanların sürekli uydurma sözlerini paylaşmaları yüzünden artık facebook kardeşi oldular. Öyle ki birine sövüp altına Can Yücel yazsan kimse kızmaz, bi de üstüne beğene basar.

- İnsanlar facebook için resim çektiriyor artık. Sağ üst köşeden çekilen resimler yüzünden gelecek nesil boyun fıtığı tehlikesiyle karşı karşıya.

- Her gençlik festivalinde, üniversite şenliğinde görülen bonus saçlı zayıf oğlan ve enine çizgili diz altı çorap giyen gözlüklü kız, neyin peşindesiniz?

- NBA maçlarını izleyen birine karşı hep mesafeliyimdir. Bence NBA ligi öğrenci değişimiyle okulumuza gelmiş ecnebi öğrenci gibidir.

- Nasılsın deyince, koşturmaca diyen insanlar, büyümüş, iş güç sahibi olmuş ama aklı oyunda kalmış kişilerdir.

- Olimpiyatların ya da Dünya Kupasının olmadığı yazlar, acıdan geçmeyen şarkılar gibidir. Yani biraz eksiktir.

- Ankara'nın havası alarko reklamlarına döndü. Isıttık-soğuttuk, ısıttık- soğuttuk, ısıttık- soğuttuk... La yeter tamam!

- Bilgisayarım bozuldu, çocukken elektrik gittiğinde evde oluşan sıcak yuva benzeri bir durum oluştu. Tamir ettiğimde, aninden floresanın yanmasıyla oluşan o buruk sevince de ulaşırsam tamamdır.

- Senede bir kere içmeye gidip bir sene bunu anlatanlar,sevgilisine "kız" diyen adamlar, beğendiği adama "çocuk" diyen kadınlar, okulu bitirip, askere gidip, işe girip, evlenip, ev araba alan kişiler (bu sırayla), sürekli çocuğunun zekasından bahseden ebevenyler, toyota gibi adamlar, reklamdaki gibi magnum yiyen kadınlar, deniz kenarında bok rengi bir ten için saatlerce güneşin altında yatan insanlar, eğer bir gün iktidarı ele geçirirsem hepinizi astırıcam. Şaka lan şaka, astırmıycam ama korktunuz dimi?

- Evini, arabasını almış, eşyalarını düzmüş, çeyizini hazırlamış, temiz yüzlü görünen, sessiz sakin bir adamla evlenilmez. Belki nakit sıkıntınız olmaz ama vakit sıkıntınız olur. Böyle adamla vakit mi geçer lan? Çok sıkıcı.

- Bir 0 RH (-) kan bi de Nokia ince uçlu şarj aleti zor bulunur.
Devam edebilir...

31 Mayıs 2012 Perşembe

Dünyanın Bütün Muhafazakarları Birleşin, Kaybedecek Çok Şeyiniz Var!

Malum ülkemizin gündemi bir ergen psikolojisinden hızlı değişiyor. Yeni gündemimiz ise Başbakanımızın "Her kürtaj bir Uluderedir" sözleriyle başlayan, kürtaj ve sezaryen tartışması. Kürtaj konusunun eninde sonunda bir yerden çıkacağını biliyordum. Acaba ne zaman el atacaklar diye bekliyordum ki geç bile kaldılar. Biliyorsunuz muhafazakarların el atmayı en çok sevdiği yer orasıdır. Yani kadın cinsel organı. Oraya el atmaya bayılıyorlar nedense. Acaba neden dünyanın çeşitli uluslarına, devletlerine, ırklarına, artık kendilerini nasıl ayırıyorlarsa işte, mensup insanlar, muhafazakar insanlar,her konuda birbirlerini yerken, ikide bir savaşlar çıkarıp, kendilerinden olmayanın ırklarına, milletlerine küfür ederken, söz konusu kürtaj olunca böyle birleşiyorlar? Ben evrensel düşünen bir muhafazakar görmedim hiç, ama kürtajdan bahsediyorsak bir anda hepsi küresel muhalifleri bile kıskandıracak bir bağlılıkla kenetleniyorlar. Bunu her millet, tarihi bir komplo teorisiyle açıklıyor; "nüfusumuzun artmasını istemiyorlar". Peki kim istemiyor? Dış mihraklar, dış güçler, kökü dışarda bazı tertipler. Bakın yine karşımıza çıktı dış mihraklar. O zaman milletçe birlik ve beraberliğe ihtiyacımız olan günler de yakındır.
Neyse konuyu dağıtmayalım, kadın bedeni hakkında neredeyse kadının varoluşundan beri hak iddia eden bu adamlar, acaba neden delice nüfusumuzun artmasını istiyorlar. Gerçekten kürtajı cinayet gibi görüp, iman sahibi insanlar oldukları için, vicdanları mı kaldırmıyor. O zaman hamile bir kadının karnını tekmeleyerek çocuğunu düşürmesine sebep olan polise ne oldu acaba? Sayın muhafazakarlarımız, vicdan sahiplerimiz nasıl cezalandırdı bu adamı. Cinayetle mi yargıladılar. Sanmıyorum. Asıl mesele şu; doğurun kardeşim, kadınsın sen, doğanın çocuk fabrikasısın, üremek dışında bir misyonun, hakkın yoktur. Dünyaya geldiysen bize çocuk doğurmak için geldin, evinde oturup en az 3 tane doğuracaksın, çünkü birinci vazifen budur. Babasının kim olduğu, isteyip istemediğin, bakıp bakamayacağın hiç mühim değil, ister psikopat bir sapığın, ister bir akrabanın tecavüzüne uğramış ol, ister seni her gün döven kocandan belki boşanmak istediğin kocandan hamile ol yeter ki doğur. Bakama o çocuklara, eğiteme, sal sokağa ya da ver bize yetiştirelim, dindar yapalım, bizim fabrikalarımızda çalışsınlar, tarlalarımızı sürsünler, konaklarımızda hizmetçi, gemilerimizde tayfa olsunlar, madenlerimizde gün yüzü görmeden çalışsınlar, 10 verip bir alıp şükretsinler, ne de olsa dindarlar. Asker olsunlar sonra, savaşlara gönderelim onları, Kore' de ölsünler, Amerikan yardımları karşılığında kan verecek adam lazım, vatansever olsunlar, dağlarda bin yıldır aynı ülkede yaşadıkları kardeşleriyle birbirlerini vursunlar, ismini bile duymakdıkları yerlerde ölüp gitsin gencecik insanlar. Daha çok doğurun, daha çok ölsünler. Bunların hiçbiri cinayet değildir...
Sabah gazetede böyle bir haber gördüm, tecavüzcüsünü öldürsün demiş genç bir doktor hanım, kürtaj yaptıracağına, ikisi de cinayettir buyurmuş. Buradan tıklayıp, görebilirsiniz haberi.. Peki sayın kürtaj karşıtları, cinayete o kadar karşısınız, adeta Müslüm Baba gibi; "adam dövmeye, öldürmeye evet ama cinayete hayır" diyorsanız. Bu ülkenin tersanelerinde, maden ocaklarında, kot kumlama atölyelerinde onca insan ölürken, ölmeye devam ederken neredeydiniz. Ben söyleyeyim, onlar bu işin doğasında var diyordunuz. Hey gidi hümanizm anıtları sizi. Yukarıdaki beyanatı veren bir kadın, bir doktor, kürtajın bir kadın için yaratacağı travmayı en iyi bilecek insan, bunu bir kadının hobi olarak ya da doğum kontrol yöntemi olarak zaten yapmayacağını en iyi bilecek kişilerden biri. Ama her zaman olduğu gibi bu konuda sözü yine erkekler ya da erkekleşmiş, köle olmuş kadınlar söylüyor. Onlar da erkek gibi konuştukları için söyleyebiliyorlar.
Şimdi öldürmeyin o muhtemel çocuklarınızı, hele bir doğsunlar, büyüsünler, hizmet versinler, çalışsınlar bizim çocuklarımızın istemediği işlerde, sömürelim daha çok, kanlarını emdirsinler, asker olsunlar, şehit olsunlar, gazi olsunlar, çocuk doğursunlar yine bizim için, emekliliklerini görecek kadar yaşayabilirlerse memleketlerine sıvasız bir ev yaptırsınlar, yaşamanın da ölmenin de bize uygun bir yolu mutlaka bulunur...

18 Mayıs 2012 Cuma

Kız Meselesi

Yıllar önce Ankara'da, hem çalıştığım, hem okuduğum hem de yazdığım, yalan dünya senden bezdiğim günlerdi. Cebeci de bi bahçe katında, eve hiç gelmeyen ev arkadaşımla yaşıyor, gün boyu resim yapıyor, film izliyor ve evden sadece piliç çevirme ile film almak için çıkıyordum. Okulda bana bu imkanlar sağlanmadığı için gitmeyi pek tercih etmiyordum. İş yeriyle zaten part-time olan ilişkilerim yeni müdürün kariyer planlarına kurban gitmiş, işimden de olmuştum. Yine piliç çevirme ve film almak için çıktığım o sıradan serin Ankara akşamında da her zamanki gibi küçük planlar yaparak Yüksel Caddesine doğru ilerliyordum. Üstgeçitten sonra bi sigara yakarım, köşedeki büfeden tadelle alırım, bankta biraz otururum diye düşünerek yolu eğlenceli hale getirmeye çalışıyordum. Yalnızlık zor iş, insanın kendini oyalaması daha zor, çünkü kendini oyalamak için yaptığın planları, küçük oyunları zaten biliyorsun. Ama bunu sürekli yaparsan bi süre sonra alışıp, amacına ulaşıyorsun. Aslında amacım, hepi topu 10 dakika olan yürüme mesafesinin nasıl bittiğini anlamama hissine ulaşmaktı. Bir anda kendimi cd , mp3, prograaam diye bağıran adamların yanında bulmuştum. Oysa bir saniye önce evden çıkmış, mahallemizin köpeği dost tarafından henüz kovalanmıştım. Tezgahtaki cd'lere bakarken birden tanıdık bi ses duydum. Hemen sağıma dönüp baktığımda beraber kovulduğumuz, iş yerinde javacı eleman diye bilinen, ismini hiç öğrenemediğim o arkadaşımı gördüm.
- Ooo merhaba Avni nasılsın ya, napıyorsun?
İyiyim valla sağol sen nasılsın neler yapıyorsun, dedim. İsmini hatırlayamadığım, daha doğrusu hiç öğrenemediğim için, adıyla hitap edememiştim. Herhalde bundan olacak, o çok samimi girişten sonra ilgisizce, "iyiyim film bakıyorum benim kıza" dedi ve tezgaha doğru eğildi. Kısa bir bekleyişten sonra filmleri karıştırmaya başladı ve "benim kız dediysem, Ayşe " dedi. Ayşe ismini duyduğumda bana bu gereksiz bilginin neden verildiğini anladım. Hangi Ayşe olduğuna ismi söylemeden önceki 2-3 saniyelik kısa bekleyişte karar vermiştim. Mutlaka o Ayşe'ydi. Biz aynı yerde çalışırken işe giren, yaklaşık 15 adamdan oluşan şirketimizdeki herkesin ilgisine mazhar olmuş bir hanım kızcağızdı. Herkesin uyduruk bahanelerle bir şeyler sorduğu, işi öğrenmesi için seferber olduğu Ayşe.
- Hatırladın mı, bizim iş yerindeki Ayşe?
- Hatırlamadım ya, kimdi Ayşe?
- Kardeş nasıl hatırlamıyorsun ya, hani bizden hemen sonra girmişti işe, tasarımcıydı.
Kardeş, demek ki bana kızmıştı. Kardeş sözü bir öfkelenme ünlemiydi. Neden böyle yaptığımı bilmiyorum. Aslında biliyorum, böyle günlük herhangi bir sıradan karşılaşmayı bile satranç maçı haline getiren insanlardan daralmıştım. Bir kaç cümle önceden stratejiler geliştirmeye başlayıp, konuyu istediği yere getirmeye çalışan insanlar, alt metinde kendini överek tamamen başka bir şey anlatıyormuş kisvesine bürünen insanlar, sana bişeyler anlatıyormuş ayağı yapıp derdi kendi karın ağrısını anlatanlar, hep ilgimi çekmiştir. "Yalan söyleyenleri dinlemeyi severim, çünkü olmak istedikleri kişiyi anlatırlar" sözünü Yusuf Atılgan dememiş olsa, ben derdim. altına imzamı atardım ama bişeyin altına imza atmaya hep çekinirim. O akşam da epeydir olduğu gibi havamda değildim, bir an önce piliç çevirmeme kavuşup, filmimi izlemek istiyordum.
- Ee napıyorsun iş güç ne alemde başladın mı bi yere?
Bunu sormasının sebebi Ayşe'yi hatırlamamış olmamdı. Bu seferde başka bir strateji deniyordu. "Yok, işsizim hala, iş aramıyorum zaten, okulla ilgilenmem lazım bu ara çok boşladım" dedim. "Ben yeni bi yerde başladım, tasarım müdürü oldum" dedi. Muhtemelen aynı işi yapıyordu başka bir ajansta ama sonuna müdür eklediğinde önemli görüneceğini düşünmüş olmalıydı. O anda müdürün suratına baktım, konuşurken bunu çok yapamadığım için aceleyle göz gezdirdim. Sarı geriye doğru taranmış saçları ve kırmızı suratının ortasında daha da kırmızı terli, büyük burnunu farkettim. Ancak böyle tipik taşralı suratına sahip biri, köylü çocuğu yüzü, kavrukluğu ne yaparsa yapsın gitmeyen biri, sonuna müdür eklediği işiyle beni ezmeye çalışabilir, bak ben de kız tavladım, benim de sevgilim var diye övünebilirdi. Çünkü müdür doğanlardan, imtiyazlı doğanlardan, daha kreşte, anaokulunda kızlarla flört etmeye başlayan adamlardan değildi. Onlara benzemeye çalıştığı için kızdım, ama benzemediği için de sevindim. Şimdi bana bu hissi sadece şarkıcı Hadise veriyor. O da aynı bizim bu müdür gibi, pop yıldızı olmuş, ünlü bir şarkıcı olmuş ama ne yaparsa yapsın, o kavruk suratı yüzünden sanki bir anda türkü söylemeye başlayacakmış gibi görünüyor. "Tasarım müdürü, ooo süper ya" dedim. Filmin parasını ödeyip, bozuk çıkarsa değiştirme sözünü de aldıktan sonra eve doğru yola koyuldum. yol boyunca dönüp dönüp arkama baktım beni takip ediyor mu diye. Eve gelip piliç çevirmemi bir çırpıda yedim. Önceki günden kalan biramı açıp, aldığım filmi izleyerek uyumaktı planım. Sızmışım...
Omzumda bir elle uyandım birden, sağ omzumu kemikli bir el sıkıyordu, korku ve acıyla döndüğümde onu gördüm. "Seni takip ettim" dedi.
- Lan napıyorsun manyak mısın?
- Demek hatırlamıyorsun Ayşe'yi, yalan söyleme, sen de hastaydın ona şirketteki herkes gibi, ama benim oldu, ben tavladım lan!
- Ben ne hasta olucam Ayşe' ye ya, hasta masta değildim, benim hayatımda biri var zaten, lan sen benim evime girdin bi de beni sorguya mı çekiyorsun. Başlatma Ayşene mayşene!
Omzumdaki el daha da güçlü sıkmaya başladı, felç olmuş gibiydim, birden kelebek diye tabir edilen bıçaklardan çıkardı ve göğsüme dayadı, "hatırlayacaksın" dedi.
Tamam hatırlıyorum, dedim korkuyla;
- Evet biraz da beğeniyordum Ayşe'yi. Kıskandım seni o yüzden böyle davrandım.
- Şöyle yola gel, peki müdürlüğüme niye bişey demedin?
- Ben pek inanmadım da, ne bilim atıyorsun sandım.Hem tasarım müdürü diye bişeyi de ilk kez duydum.
- İnanacaksın!
Bıçağı göğsümde gezdirmeye başladı. "Tamam inandım lan, bırak beni lütfen" dedim. Sondaki lütfen belli belirsiz çıktı. Duymamıştır inşallah diye düşündüm. Hem korkuyor hem de erkekliğe bok sürmemeye çalışıyordum. Biramdan bir iki yudum aldıktan sonra, bıçağı göğsüme bastırmaya başladı. Eline yapışıp bırak benii, bırak diye bağırarak uyandım. Sağıma soluma baktım, kimse yoktu. Rüyaydı, göğsümün altında bira şişesinin kapağını buldum. Bıçak gibi batan oydu demek ki. Doğruldum, filmin sonunu hatırlamadığımı farkettim, bilgisayarı kapattım, mutfağı, diğer odaları, banyoyu kontrol ettim. Biri var mı diye bakıyordum. Otomatik Portakalı izlerken uyuyakalmıştım. Filmin etkisiyle görmüştüm o rüyayı. Şimdi taşlar yerine oturuyordu. Korkum geçti bi anda. Zaten bıçağı da alıyordum elinden, bişey yapamazdı bana. Bi sigara içip yattım, sızmışım...

8 Mayıs 2012 Salı

Dev Öykü: Sana Demedim Erol

"Kaptan durağı geçtin, hop kaptan!" diye gürledi personeldeki Şakir Bey, servisin şoförü bir anda frene abanınca iki parmağının arasında tuttuğu mp3 player elinden fırladı.Cık cık cık sesleri korosuna bir iki belli belirsiz cıkla katıldı. Hızlıca ayağa kalkıp dikiz aynasından göz göze geldiği şoföre ters ters baktı, fakat bu bakış en fazla 3 saniye sürdü, bakışı uzatırsa gergin olan şoförden azar işitebilr, rezil olabilirdi. Zaten yeterince artistlik de yapmış, arka beşlide en sağda oturan Esra Hanımla da göz göze gelerek havasını da atmıştı. Hemen kapıya yöneldi, Şakir Bey'in inmesini bekledi ama, inen Şakir tekrar minibüse çıkarak şoföre "seni şikayet edicem, hergün böyle" dedi.
-Tamam Şakir abi mevzu yapmaya değmez dalgındı heralde.
-Olur mu Erolcum ya bunlar hep böyle, senin gibi genç olucam ki verirdim tokadı şimdi.
Bok tokatlarsın dedi içinden, güya bana zarf atıyor teres, ne uğraşıcam lan kavgayla dövüşle...
-Abi değmez, uysan her gün kavga edersin burda, millet delirmiş zaten, hadi iyi akşamlar.
Doğruca büfeye yöneldi. Hemen telefonu da çıkarıp, rehberden @Askım'ı bulup, yeşil ahizeye bastı.
-Alo Selen aşkım bişey lazım mı evimize, ne alayım büfedeyim?
"Biymiyoyum aşkısı, isteysen ekmek al, evde mamamız vay" dedi bebek sesiyle karısı. Sanki bi insanın son sözleri gibi döküldü ağzından "olur aşkım".
-Efendim abi?
-Sana demedim, bi kısa marlboro layt, bi de ekmek aldım hocam.
Kapıyı anahtarla açıp içeri girdi, elindeki ekmeği mutfağa bırakıp, salona geçtiğinde, Selen her zamanki gibi bilgisayarın başında oturuyordu. Ben geldim bebeğim diyerek yanına yaklaşırken göz ucuyla da monitöre baktı. Selen ikisinin ortak Facebook hesabı olan Erol Selen Yiğitoğlu ismiyle Yazlık Günleri adını verdiği bir albüme fotoğraf yüklüyordu. "Bak aşkım Gümbetteki fotolarımızı yüklüyorum" dedi Selen. Tatil fotosu diye ne kadar bikinili mayolu, kıç baş ortada fotoğraf varsa eklemişti. "Keşke bunları koymasaydın bebeğim" dedi, ama o kadar sessiz demişti ki kendisi bile duymadı. Bi daha yüksek sesle tekrarladı.
-Ne o kıskanıyor musun yoksa koca bebek, biz evliyiz aşkitom, ne olucak hem kim görecek ki, bizimkiler baksın diye yüklüyorum.
O ara Selen'i izlerken gözü evlilik albümlerine takıldı, "Ve Mutlu Son" adlı albümde 123 fotoğraf görünüyordu. Bunların en az 100 ü sadece Selen'in fotoğraflarıydı. Geriye kalanlar da ikisinin gelinlik ve damatlıkla yapışık halde çektirdikleri resimler. Selen adeta, savaş meydanını gezen bir komutan edasıyla fethettiği toprakları selamlıyordu bu resimlerde. Selen'in üniversiteden ve iş yerinden arkadaşları, canım maşallah nazar değmesin, canım çok güzel çıkmışsın, enişte çok şanslı gibi yorumlar yazmış, Selen hepsine aynı gururla, canım bebeim sgl, darısı başına yazmıştı. Şimdi de balayındayken, bronzlaşmaktan arap testisine döndükleri, suda bilimum şebeklikler ederken, birbirlerine hava atmak için şezlongta kitap okurken çekindikleri o resimleri halka arz ediyordu.
Nasıl bu hale gelmişti herşey?
Üniversiteyi bitirip, iki sene eşşek gibi KPSS'ye çalışmış, 94 alınca da o yöresel milletvekili senin, bu akraba genel müdür benim torpil arayarak sonunda kapağı devlete atmıştı. Selen de kendisiyle aynı dönem işe başlayanlardandı. Sürekli döpyes giymesiyle dikkatini çekmişti Selen, gözlerini Selen'den alamıyordu. Kolejde okumuş, muhtemelen de torpille işe girmiş biriydi Selen, sürekli hafta sonu ne kadar eğlendiklerinden bahsediyor, yurt dışında çektiği resimleri millete gösteriyordu. Nihayet bir arkadaş vasıtasıyla, iş yerinden oda arkadaşı Alper'in yeni aldığı arabasında Bilkent'te süper bir köfteci varmış diye gittikleri bir öğle yemeğinde tanışmışlardı. İş yerindeki diğer çalışanların ne kadar yalaka olduğu, az çalıştıkları, kendilerinin sürekli iyi niyetli davrandıkları, yazın izin zamanları gibi konulardan bahsederken Selen'le mesajlaşırken bulmuştu kendini. Üniversitedeyken bi kere kız arkadaşı olmuş, onun da niyetinin ders notlarını almak olduğunu anlayınca çok kalbi kırılmıştı. Gerçi dersten geçince onu terketmeseydi affetmeye hazırdı ama olmamıştı, Selen'e tüm bunlardan, "kısaca yürümedi" diye bahsetmişti. Selen ise feleğin çemberinden geçmiş gibi duruyordu ona göre. Bu konu sevgiliyken bir kere açılmış, Selen hayatında ondan önce yalnızca Bora diye biri olduğunu, onunla da evlilikten döndüklerini anlatmıştı. Üç ay gibi kısa sürede kendini Selen'in kendisine Eröl diyen annesi ve bir doktorla evli olduğunu her fırsatta dile getiren ablası ile mobilya bakarken bulmuştu.
Şöyle odaya dönüp bir baktı, elini sigarasına götürecek gibi oldu ama sonra Selen'le perdeler sararmasın diye aldıkları odada sigara içmeme kararını hatırladı, Selen zaten tek tük sigara içtiği için bu karar daha çok o ve şimdiye kadar yalnızca iki kere gelen babası için alınmıştı. Demek ki böyle bir evde yaşlanacağım diye düşündü. Kira vereceğinize ev alın biz de yardımcı oluruz diye gaza getiren aileleri, sonradan çark etmiş ve böylece ancak 20 yıl sonra sahibi olacakları bu evi satın almışlardı. Birlikte yaşlanacağımız yer diyordu Selen evlerine, her böyle deyişinde ürperiyor ama "evet aşkım" diye onaylıyordu. ikea'dan eşşek yüküyle para verip aldıkları oturma grubuna uzanıp 106 ekran plasma tv de her akşam dizi izliyorlardı. Evlenmeden önce sahaflarda dolaşarak kitap arayan, Oğuz Atay'ı , Yusuf Atılgan'ı ağzından düşürmeyen Selen, o kadar özenerek hazırladıkları kütüphanenin yüzüne bile bakmıyor, haftalardır elinde bir Elif Şafak kitabı, bi de aromalı kahve kupasıyla geziyordu. Selen sabahları kahve içmeden kendine gelemediğinden Selen'e uymak için midesini delme pahasına kahve içiyordu
-Ceketini ordan alır mısın Erol, akşama Onurlar gelicek...
Bişey demedi, kravatını çıkarmaya çalışarak uzanıp ceketi aldı. Sehpanın üstünde sanki hep ordaymış hissi vermek için özensizce yerleştirilmiş dekorasyon dergilerinden ve tertemiz mutfaktan anlamalıydım diye düşündü. Arabayı alıp bugün o yüzden erken gelmişti eve. Yoksa masraf olmasın diye arabayı pazartesi sabahı işe giderken alıyorlar, cuma akşamı dönerken de eve getiriyorlardı.
-Hayırdır aşkım Onurlar oturmaya mı geliyor, yoksa bi işlerimi varmış?
-Film izlicez ya sözleşmiştik, hafta sonu Beril'in misafirleri varmış, bizde bu akşam yapalım dedik.
-Öyle mi hangi filmi izlicez peki?
-İtörnılı izleyelim diyorum aşkım, gerçi karar veririz hep birlikte ama.
Boku yedim diye düşündü, itörnıl dediği, Eternal Sunshine of the Spotless Mind isimli filmdi ve daha önce, biri beraber bir battaniyeye sarılarak olmak üzere, iki kere izlemişti. Ama bu filmi onlardan önce izlediklerinin belli olması için şimdi Onur ve karısıyla bir kere daha izlenecekti. Onur, Selen'in üniversiteden arkadaşıydı, kadınlar kıskanç olduğu için erkeklerle daha iyi anlaştığını iddia ediyordu Selen, Onur da kankasıydı. Bir bankada uzman yardımcısıydı, bir araya gelince, sürekli olarak, manuel ve otomatik arabaların birbirlerine göre avantaj ve dezavantajlarını, ne iyi edip ev aldıklarını ve eğer karıları yanlarında yoksa iş yerinde Onur'un tabiriyle "çıtlatmalık hatunları" konuşuyorlardı. Onur'un karısı yanlarında ise kamu kurumlarının açtığı sınavlardan ve eşin dostun aldığı KPSS puanlarından başka bişeyden bahsetmeye imkan yoktu. Sürekli Onur'un işlerinin yoğunluğundan ve bunların üstesinden nasıl zekice geldiğinden bahsediyordu bir de karısı. Selen ise kocasının pratik zekasından ince ince alay ediyormuş gibi yaparak söz edip, "ehe ehe mühendis kafası işte" diyerek mühendisliğine vurgu yapıyordu. Bu çok hoşuna gitse de yılların çakalı olduğu belli olan Onur'la böyle bir rekabete girmek istemiyor, Selen'i mütevazilik yapıyormuş gibi susturuyordu.
"Aşkım sana polodan aldığım o gömleği giysene bu akşam" dedi Selen. Karısının kendisini babası gibi giydirme çabasından bunalmıştı. Ayrıca o gömlek bayramlık gibi davrandığı bir gömlekti ve evde giyerek ziyan etmek istemiyordu. Ama zengin çocuğu olan Selen'in bunu anlamasına imkan yoktu. Hem evde pijamayla oturulurdu, misafir geldiyse eğer, spora gitmek için aldığı ama bi kaç kere ancak giydiği fışırdayan eşofmanları ne güne duruyordu. Bu düşüncelerle banyoya gitti. Yüzünü yıkarken, aynada kendine baktı, kaşlarını çatıp, öfkeli durmaya çalıştı. "Keşke bugün servis şöförüne ben çıkışsaydım, nasıl bişey diyemedim, sümsük gibi kaldım öyle".
-Kaptan hooop, durağı geçtin kaptan!
-Efendim aşkım?
-Sana demedim, gömleğim nerde aşkım?...

14 Nisan 2012 Cumartesi

TNT'de Bomba Rap Şeklinde Geliyor


TNT'nin Belçika Tanıtımı - Kırmızı Düğme | alkislarlayasiyorum.com
Belçika TNT Kanalı böyle bir reklam çekmiş. Çok iyi etmişler, hemen kanalın Türkiye temsilcileri de böyle bir reklam çeksin. Ambulansa Hande Ataizi ve ekibi izdivaç programında tecavüze uğrayan birini bindirsinler, Ömer Çelakıl bisikletli adam olsun, ama dayak yemesin büyü yapsın, Petek Dinçöz jartiyerle motosiklete binsin, Kurtlar Vadisi ekibi orayı bassın siyah arabalarla, çatışma çıksın, esnaf araya girsin ayıptır, yapmayın diye, en son Arka Sıradakiler ekibi bir sürü liseliyle binadan çıksın, yerdeki Ömer Çelakıl'ın saçlarını alıp denize atsınlar. Ayrıca reklam, araya reklam da alarak 1.5 saat sürsün. Prime time da kral olsun.
Optimus Prime Time...

25 Mart 2012 Pazar

Bask Yöresinden Bir Türkü


Parlak yüzlü zengin çocukları ellerinde gitar piyano önünde geyik yapsa "ay çok başarılılar ya" diye izlersiniz anasını satim, ikibin küsür kişi izlemiş sadece, tamam prodüksüyon biraz zayıf ama profesyonel bir katkıyla şampiyonlar ligi maçları jenerik müziği olur bence, adama finalde bi büyük içirir.
Lionel Messi yar yar, ah ulan Zubizarreta büyük adamdın...

23 Mart 2012 Cuma

Hamaset Bilimi ve Uluslararası Karmaşık İlişkiler


Bişey demeyeyim diyorum, duramıyorum, Aykut! Sakin ol diyorum, olmuyorum (olmuyor diyordu herhalde ama böyle daha güzel)...Gözcü gazetesinin eski reklamlarındaki rahmetli Aykut Oray gibi oldum. Muhtemelen kendisine çift isimli çocuklar daha başarılı oluyor diye iki tane isim konulmuş bir hanım kızımız, Kim Milyoner Olmak İster? adlı yarışmaya katılmış, çift isminin ve okuduğu bölümün hakkını vermeye kalkmış. Kendisi Yeditepe Üniversitesi'nde Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler okuyormuş. Güzel okuyabilir ne var lan bunda diyebilirsiniz. Basmış parayı ne isterse okur da diyebilirisiniz. Hatta daha ileri gidebilir bu konuyu aramızda bi kavga çıkarmak için kullanabilirsiniz. Ama döverim onu söylim... Neyse bu kız, siyaset bilimi okuyor hatta üstüne uluslararası ilişkiler de okuyor, lakin parlamento nedir, yüce divan ne demektir bilmiyor. Bilemediğine ise oh my god diye şaşırıyor. Burdan kabaca bir tahminle bu kızın siyaset bilimi ilimi hakkında bi bok bilmediğini rahatlıkla söylersek, acımasızlık etmeyiz bence. Muhtemelen bizim mahalledeki berber siyasete, diplomasiye, uluslararası ilişkilere, hukuka daha hakimdir. Düşünün karşınızda tıp okuyan bir cerrah var ama siz daha iyi açık kalp ameliyatı yapıyorsunuz. Yani onun eğitimini aldığı, icra edeceği meslekte daha fazla bilgi sahibisiniz. Ne acı değil mi? Değil işte, daha acısı bu hanım kızın ve onun gibi bir çok insanın ilerde iş güç, makam mevki sahibi olacakları gerçeğidir. Evet bu özgüven, bu yapmacık, nerden çıktığı belli olmayan, ne duruma düşerse düşsün suratına sakız gibi yapışmış olan o uyduruk, fazla şımartılmış zengin çocuğu özgüveni ona bize açılmayan her kapıyı açacaktır.

Etraf böyle insanlarla dolu, artık nasıl takdir edilmişler, nasıl yüreklendirilmişlerse, herkese herşeyi söyleyebileceğini düşünen, garip bir özgüven sahibi, atılgan insanlarla dolu. Muhafazakarlar, milliyetçiler, çağdaşlar, Atatürkçüler, muhalifler ama neye oldukları belli değil, gelenekçiler, yenilikçiler, güzel olan her müziği dinlerler, her kitabı okurlar, her filmi izlerler, beğenileri geniştir, herkesle dost herkesle düşman olabilirler, çabuk sever hızlı nefret ederler, aşkı yüceltirler ama önlerine gelene asılırlar, sevgililerinden kız ve çocuk diye bahsederler, dizi mizahına inanır, karikatür (uykusuzda çıkanlar) ezberler, hatta kısaca ezberlerler, herşeyi ezberlerler, sanki hayatları kendilerine önceden senaryolaştırılıp verilmiş gibidir. Biz böyle bıdır bıdır konuşurken bunlar, dil öğreniyor tabi dil dile değiyor, master yapıyorlar, tez yazıyorlar, iş buluyorlar, para kazanıyorlar, yurtdışına gidiyorlar iş gezilerine, siyaset bilimi ve uluslararası ilişkiler okuyorlar ama gelip parlamentoyla yüce divanı ayıramıyorlar. Geçenlerde aynı yarışmaya bi monşer çocuğu da gelip böyle madara olduydu, 8 dil biliyorum bilmem ne diye artistlik yapıp nasihat alıp gitmişti...
O değil de, zamanında ilişkiler diye bi dizi vardı, uzadıkça uzadıydı, iyi ki uluslarası değilmiş lan o ilişkiler.

21 Mart 2012 Çarşamba

Star Wars - Attack Of The Dedeler



Işın küsküsüyle birbirine saldıran dedeler videoda Türk gibi görünse de aslında değiller, dedelerimiz Rus, ama önemli olan elin dedelerinin çoktan ışın zopasıyla birbirlerine saldırması, çağa ayak uydurmuş olmasıdır. Zaten ilk uzaya da bunlar gittiydi, o değil de Yuri Gagarin felan olmasın lan o dedelerden biri.
Vurmayın dedeler...

10 Mart 2012 Cumartesi

Dizi Darbesi 2

Kuzey - Güney: 1800'lü yıllardaki Amerikan İç Savaşını anlatacak gibi yapıp, birbirlerinden zerre hazzetmeyen iki tane sevimsiz kardeşin karı-kız sevdasına daha ne kadar rezilleşebileğini anlatan bir dizidir. Bu husumetin çıkış sebebi ise baklava karın kaslarına sahip uzun boylu yakışıklı bir genç ile gudik abisi arasında iyi genlerin paylaşımı konusunda çıkan anlaşmazlıktır. İlgiyle izliyoruz.

Bir Çocuk Sevdim:Henüz lise yıllarında pedofili illetine tutularak, o kreş senin bu anaokulu benim gezen bir hanım kızımızın maceralarının anlatıldığı bu dizi halkımızın yoğun ilgisine mazhar olmuş, hakettiği ilgiyi görmüştür. Fakat yine de bir Alex değildir.

Suskunlar:"Hollywood'un Biraz Ele Gelen Filmlerini Araklayalım, Nasıl Olsa Kimse Orjinalini İzlememiştir Yapımcılık" tarafından henüz piyasaya sürülen bu dizide, zamanında kendinden küçük sabi sübyanla arkadaş olup çete lideri ayağına milletin ayağını kaydıran, büyüyünce de sınır tanımayan yavşaklar örgütüne üye bir avukat olarak karşımıza çıkan Ecevit isimli bir gencin geçmişiyle hesaplaşmasını izleyeceğiz. Eğer geçmişle hesaplaşma işine ilgiliyseniz kaçırmayın derim. Ama lan zaten bizim ne geçmişimiz var keşke anadolu lisesi sınavını kazansaydım o kadar, tek pişmanlığım budur hacı, diyorsanız, vakit kaybetmeyin, onun yerine KPSS'ye hazırlanın.

Son:Karısından ancak bir uçak kazasında ölerek kurtulup nihayet sevgilisiyle vuslata erebileceğini düşünen bir adamın, adamın karısının, adamın sevgilisinin, adamın abisinin, adamın en iyi arkadaşının, adamın en iyi arkadaşının karısının, adamın güvenlik kamerası görüntüsünün, adamın liseden kimya öğretmeninin, adamın sürekli kısa camel aldığı tekel bayisinin, adamın tanımadığı bir takım adamların ve Atatürk Havalimanı personelinin başrollerini paylaştığı, tüm sahneleri 106 ekran plasma TV önünde çekilen bu dizi yüksek sesle izlendiğinde insanı geçici felce uğratan orjinal müziğiyle de dikkat çekmektedir.

Böylelikle sözümde durmuş, ekranların ağır siklet dizilerine genel bir bakış ile sizleri daha iyi bir dizi izleyicisi, bir dizi okur-yazarı haline getirmiş bulunuyorum. Bundan sonrası artık bol bol pratik.
Haydi kolay gelsin...

17 Şubat 2012 Cuma

Dizi Darbesi

Uzun yıllardır maruz kaldığım diziler neticesinde son derece hassas bir reyting ölçüm cihazına dönüştüm. Aslında en son takip ettiğim dizi, şimdi yayınlansa yüzüne bile bakılmayacak olan Süper Baba adlı yapımdır. Çünkü içinde tecavüz yok, ihanet yok, kumpas yok, mafya yok, ağa yok, aşiret yok, töre yok, Türkiye'nin gizli gündemi yok, harem yok, meme yok, nostalji yok (gerçi o yıllarda muazzez ersoy nostalji ihtiyacımızı karşılıyordu). Peki ne var, bir mahallede, serbest meslek sahibi bir adamın etrafında gelişen olaylar var. Evet yanlış okumadınız, kendisi bir holding patronu değildi, aşiret ağası da değildi, çok zengin ya da çok fakir değildi. Serbest meslek adı verilen, biz çocukken, öğretmen baba mesleği sorduğunda, sınıftan bazı çocukların kalkıp babam serbest meslekle uğraşıyor dedikleri o gizemli meslek grubuna dahil, sıradan bi adamdı. Şimdi sizi günümüzde yayınlanan, benim ailevi sebeplerden ötürü maruz kaldığım dizilerin konuları, mesajları vs. hakkında ipuçları vererek birer reyting uzmanı, dizi experi haline getiricem, böylece hangi dizi tutar, hangi dizi tutmaz bir bakışta anlayıp, boşa vakit kaybetmeyeceksiniz, değerli zamanınızı boşa harcamayacaksınız. Dilerseniz hemen dizi dizi başlayalım;

Adını Feriha Koydum: Adı isteği dışında feriha koyulan bir kadının dramı. Bu dizi istenilen seviyede tutmamış, fekat umut vaadetmiş, mansiyon ödülünü haketmiş bir dizidir. Feriha rolünde oynayan kadın oyuncu arkadaşımızın mimik kavramından habersiz oluşu ise diziye ayrı bir tat katmaktadır sevgili adını feriha koyduklarım... Böyle yazınca küfür etkisi yaratması ise bizzat senarist tarafından planlanmıştır.
Öyle Bir Geçer Zaman Ki:Senaryosu Stephan Hawking'in Zamanın Kısa Tarihi adlı kitabından uyarlanan bu dizide, 70'li yıllarda yaşayan bir grup uzun favorili solcu ve sağcı gencin (kadınlar da dahil favori meselesine) yaşadıkları aşkları ve Türkçenin bir yabancı tarafından konuşulduğunda ne pis bir dil olduğunu görüyoruz. Dizide en çok merak edilen ve izleyiciyi cezbeden ise, başlarına gelen bunca acayip olaya rağmen dizi karakterlerinin sağ salim, bir bütün olarak günümüze ulaşıp ulaşamayacağıdır. Bi de küçük Osman faktörü var. Yanlış anlaşılmasın, bir çocuktan bahsediyoruz, bir pipiden değil.
Fatmagül'ün Suçu Ne?:Suçu, bir adet kadın cinsel organı sahibi olmasıdır. Başka suç yok, başka suça gerek de yok.
Muhteşem Yüzyıl:Yüzyıl boyunca muhteşem bir şekilde sürmesi planlanan dizide, padişah Kanuni Sultan Sülüman'ın cinsel hayatını, Hürrem Sultan'ın Türkçe öğrenme çabasını, saraydaki diğer kadınların ve kadına benzeyen adamların sürekli Hürrem Sultan'dan bahsetmesini, mahalle kavgasına benzeyen savaşları izleyebilirsiniz. dizinin tek sakıncası zamanla çene altında sakal birikmesiyle kendini gösteren, Murat Bardakçı'ya dönüşme sendromudur.

...devamı yarın belki yarından da yakın.

16 Şubat 2012 Perşembe

Saraydan Kız Kaldırma

Uzun zamandır yazıp yazmama konusunda kararsızdım, yazacaklarımın birikmesini, olgunlaşmasını, tortulaşmasını bekliyordum. Şaka la şaka, ne beklicem, yazacak bi şey bulamadım ve biraz bu blog yazma işine gıcık oldum. Neyse, sabah çok ilginç bir haber okuyunca paylaşayım dedim, beğen + paylaş, kop hacı kop, gel Ali gel. Önce haberin linkini vereyim... Haberde de görüldüğü gibi Topkapı Sarayı'nda bir erkek personel, bir kadın temizlik işçisini ilaçlamış. Bu olay neticesinde, erkek personel sürülmek suretiyle cezalandırılmış, kadın temizlik işçisi ise kovulmuş. Saraydan kovulmuş yani. Bu olay her tarafı kameralarla izlenen Topkapı Sarayı'nda olmuş. Görüntüler yakında haremdeskandal.avi adıyla internete düşer. Millete dayarsanız 3 saat boyunca Muhteşem Yüzyıl'ı, Topkapı Sarayı diyince kimsenin aklına başka bişey gelmez. Çalışanları düşünün bi de, günün kaç saati o ambiyansın içindesiniz, kadın kendini cariye sanmaya başlamış olabilir, adam şehzadeye bağlamış, halvete niyetlenmiş olabilir. Adı üstünde zaten gazetede harem fantezisi yazıyor. Bu arada iddialara göre, kadın daha önce de başka bir personelle benzer bir ilişki yaşamış, benzer derken, adamın benzeriyle mi bi ilişki yaşamış yoksa yaşadığı ilişki mi benziyormuş, diğer adam da kendini şehzade mi sanıyormuş, bu konuda gazete bi açıklama yapmamış. Zamanında Alperenler sarayda kutsal emanetlerin yanında şarap içiliyor, konser veriliyor diye emanetleri kapıp İdil Biret konserini basmışlardı. Aha buraya tıkılayıp görebilirsiniz... Ee şimdi 24 saat kuran okunan yerin yanında fantezi yapıyorlar, kadını cariye yapmış saray personeli, acaba alperenler yine bu olaya tepki verecek mi demokratik bi şekilde yoksa çoktan alper tunga öldü mi, ıssız acun kaldi mi? Bence alperenlerin tepkisine felan gerek kalmadan (herşeyi alperenlerden beklememek lazım), saray personeli bişeyler yapsın. Artık olan olmuş, ama bundan sonrası için tedbir alınsın, adamlar hadım edilsin, kadınların başına da bi tane slav cariye alsınlar o hakkından gelir hepsinin.