18 Mayıs 2012 Cuma

Kız Meselesi

Yıllar önce Ankara'da, hem çalıştığım, hem okuduğum hem de yazdığım, yalan dünya senden bezdiğim günlerdi. Cebeci de bi bahçe katında, eve hiç gelmeyen ev arkadaşımla yaşıyor, gün boyu resim yapıyor, film izliyor ve evden sadece piliç çevirme ile film almak için çıkıyordum. Okulda bana bu imkanlar sağlanmadığı için gitmeyi pek tercih etmiyordum. İş yeriyle zaten part-time olan ilişkilerim yeni müdürün kariyer planlarına kurban gitmiş, işimden de olmuştum. Yine piliç çevirme ve film almak için çıktığım o sıradan serin Ankara akşamında da her zamanki gibi küçük planlar yaparak Yüksel Caddesine doğru ilerliyordum. Üstgeçitten sonra bi sigara yakarım, köşedeki büfeden tadelle alırım, bankta biraz otururum diye düşünerek yolu eğlenceli hale getirmeye çalışıyordum. Yalnızlık zor iş, insanın kendini oyalaması daha zor, çünkü kendini oyalamak için yaptığın planları, küçük oyunları zaten biliyorsun. Ama bunu sürekli yaparsan bi süre sonra alışıp, amacına ulaşıyorsun. Aslında amacım, hepi topu 10 dakika olan yürüme mesafesinin nasıl bittiğini anlamama hissine ulaşmaktı. Bir anda kendimi cd , mp3, prograaam diye bağıran adamların yanında bulmuştum. Oysa bir saniye önce evden çıkmış, mahallemizin köpeği dost tarafından henüz kovalanmıştım. Tezgahtaki cd'lere bakarken birden tanıdık bi ses duydum. Hemen sağıma dönüp baktığımda beraber kovulduğumuz, iş yerinde javacı eleman diye bilinen, ismini hiç öğrenemediğim o arkadaşımı gördüm.
- Ooo merhaba Avni nasılsın ya, napıyorsun?
İyiyim valla sağol sen nasılsın neler yapıyorsun, dedim. İsmini hatırlayamadığım, daha doğrusu hiç öğrenemediğim için, adıyla hitap edememiştim. Herhalde bundan olacak, o çok samimi girişten sonra ilgisizce, "iyiyim film bakıyorum benim kıza" dedi ve tezgaha doğru eğildi. Kısa bir bekleyişten sonra filmleri karıştırmaya başladı ve "benim kız dediysem, Ayşe " dedi. Ayşe ismini duyduğumda bana bu gereksiz bilginin neden verildiğini anladım. Hangi Ayşe olduğuna ismi söylemeden önceki 2-3 saniyelik kısa bekleyişte karar vermiştim. Mutlaka o Ayşe'ydi. Biz aynı yerde çalışırken işe giren, yaklaşık 15 adamdan oluşan şirketimizdeki herkesin ilgisine mazhar olmuş bir hanım kızcağızdı. Herkesin uyduruk bahanelerle bir şeyler sorduğu, işi öğrenmesi için seferber olduğu Ayşe.
- Hatırladın mı, bizim iş yerindeki Ayşe?
- Hatırlamadım ya, kimdi Ayşe?
- Kardeş nasıl hatırlamıyorsun ya, hani bizden hemen sonra girmişti işe, tasarımcıydı.
Kardeş, demek ki bana kızmıştı. Kardeş sözü bir öfkelenme ünlemiydi. Neden böyle yaptığımı bilmiyorum. Aslında biliyorum, böyle günlük herhangi bir sıradan karşılaşmayı bile satranç maçı haline getiren insanlardan daralmıştım. Bir kaç cümle önceden stratejiler geliştirmeye başlayıp, konuyu istediği yere getirmeye çalışan insanlar, alt metinde kendini överek tamamen başka bir şey anlatıyormuş kisvesine bürünen insanlar, sana bişeyler anlatıyormuş ayağı yapıp derdi kendi karın ağrısını anlatanlar, hep ilgimi çekmiştir. "Yalan söyleyenleri dinlemeyi severim, çünkü olmak istedikleri kişiyi anlatırlar" sözünü Yusuf Atılgan dememiş olsa, ben derdim. altına imzamı atardım ama bişeyin altına imza atmaya hep çekinirim. O akşam da epeydir olduğu gibi havamda değildim, bir an önce piliç çevirmeme kavuşup, filmimi izlemek istiyordum.
- Ee napıyorsun iş güç ne alemde başladın mı bi yere?
Bunu sormasının sebebi Ayşe'yi hatırlamamış olmamdı. Bu seferde başka bir strateji deniyordu. "Yok, işsizim hala, iş aramıyorum zaten, okulla ilgilenmem lazım bu ara çok boşladım" dedim. "Ben yeni bi yerde başladım, tasarım müdürü oldum" dedi. Muhtemelen aynı işi yapıyordu başka bir ajansta ama sonuna müdür eklediğinde önemli görüneceğini düşünmüş olmalıydı. O anda müdürün suratına baktım, konuşurken bunu çok yapamadığım için aceleyle göz gezdirdim. Sarı geriye doğru taranmış saçları ve kırmızı suratının ortasında daha da kırmızı terli, büyük burnunu farkettim. Ancak böyle tipik taşralı suratına sahip biri, köylü çocuğu yüzü, kavrukluğu ne yaparsa yapsın gitmeyen biri, sonuna müdür eklediği işiyle beni ezmeye çalışabilir, bak ben de kız tavladım, benim de sevgilim var diye övünebilirdi. Çünkü müdür doğanlardan, imtiyazlı doğanlardan, daha kreşte, anaokulunda kızlarla flört etmeye başlayan adamlardan değildi. Onlara benzemeye çalıştığı için kızdım, ama benzemediği için de sevindim. Şimdi bana bu hissi sadece şarkıcı Hadise veriyor. O da aynı bizim bu müdür gibi, pop yıldızı olmuş, ünlü bir şarkıcı olmuş ama ne yaparsa yapsın, o kavruk suratı yüzünden sanki bir anda türkü söylemeye başlayacakmış gibi görünüyor. "Tasarım müdürü, ooo süper ya" dedim. Filmin parasını ödeyip, bozuk çıkarsa değiştirme sözünü de aldıktan sonra eve doğru yola koyuldum. yol boyunca dönüp dönüp arkama baktım beni takip ediyor mu diye. Eve gelip piliç çevirmemi bir çırpıda yedim. Önceki günden kalan biramı açıp, aldığım filmi izleyerek uyumaktı planım. Sızmışım...
Omzumda bir elle uyandım birden, sağ omzumu kemikli bir el sıkıyordu, korku ve acıyla döndüğümde onu gördüm. "Seni takip ettim" dedi.
- Lan napıyorsun manyak mısın?
- Demek hatırlamıyorsun Ayşe'yi, yalan söyleme, sen de hastaydın ona şirketteki herkes gibi, ama benim oldu, ben tavladım lan!
- Ben ne hasta olucam Ayşe' ye ya, hasta masta değildim, benim hayatımda biri var zaten, lan sen benim evime girdin bi de beni sorguya mı çekiyorsun. Başlatma Ayşene mayşene!
Omzumdaki el daha da güçlü sıkmaya başladı, felç olmuş gibiydim, birden kelebek diye tabir edilen bıçaklardan çıkardı ve göğsüme dayadı, "hatırlayacaksın" dedi.
Tamam hatırlıyorum, dedim korkuyla;
- Evet biraz da beğeniyordum Ayşe'yi. Kıskandım seni o yüzden böyle davrandım.
- Şöyle yola gel, peki müdürlüğüme niye bişey demedin?
- Ben pek inanmadım da, ne bilim atıyorsun sandım.Hem tasarım müdürü diye bişeyi de ilk kez duydum.
- İnanacaksın!
Bıçağı göğsümde gezdirmeye başladı. "Tamam inandım lan, bırak beni lütfen" dedim. Sondaki lütfen belli belirsiz çıktı. Duymamıştır inşallah diye düşündüm. Hem korkuyor hem de erkekliğe bok sürmemeye çalışıyordum. Biramdan bir iki yudum aldıktan sonra, bıçağı göğsüme bastırmaya başladı. Eline yapışıp bırak benii, bırak diye bağırarak uyandım. Sağıma soluma baktım, kimse yoktu. Rüyaydı, göğsümün altında bira şişesinin kapağını buldum. Bıçak gibi batan oydu demek ki. Doğruldum, filmin sonunu hatırlamadığımı farkettim, bilgisayarı kapattım, mutfağı, diğer odaları, banyoyu kontrol ettim. Biri var mı diye bakıyordum. Otomatik Portakalı izlerken uyuyakalmıştım. Filmin etkisiyle görmüştüm o rüyayı. Şimdi taşlar yerine oturuyordu. Korkum geçti bi anda. Zaten bıçağı da alıyordum elinden, bişey yapamazdı bana. Bi sigara içip yattım, sızmışım...

Hiç yorum yok: